İntihar Eden İnsanlık
Koskoca Dünya'da tek başına geziniyordu. Çıkan nükleer savaştan kurtulan tek kişiydi. Çünkü Dünya'da değildi savaş sırasında. Savaş başladığı zaman Dünya yörüngesinde, bilimsel bir görevde tek başına çalışıyordu. Savaş çok çabuk etkili oldu. Gelişmiş silah teknolojileri yüzünden. Savaş başladığı anda onu unuttular yörüngede. Bir daha çift taraflı iletişim kuramadı, Dünya'da yaşayan tek insan.
Savaşı uzay istasyonundan takip etti. İnsanların birbirlerini ve şehirleri yok etmelerine tanık oldu. Nükleer bombalar o kadar büyük etkilere sahipti ki, uzay aracı bile yok olmanın eşiğine geldi. İzliyordu. Hayretle, üzüntüyle ve sonunun nereye varacağını merak ederek izliyordu. Bitti. Evet, bir gün bitti. Her şey üç hafta içinde olmuştu. Astronot, her şey bittiğinde artık Dünya'dan hiçbir haber alamıyordu. Sadece her şeyin yok olmamış olmasını umuyordu.
Evrendeki son insan, bundan haberi olmadan yörüngede süzülüyordu. Üç ay daha kaldı burada. Ta ki yiyecek ve içeceği bitmeye yüz tutana kadar.
Dünya'ya dönmeye karar vermişti. Eve dönmeye. Zaten buna mecburdu. Bu metal yığınının içinde ölmek istemezdi. Dünya'dan komut veya bilgilendirme gelmediği için hesaplamalar uzun sürdü. Dünya'ya dönüş zamanı geldi. Zor bir iniş yaptı.
Kıyılara yakın inmişti. Tam da hesapladığı gibi. Kıyıya çıktığı anda, harap olmuş şehri gözyaşları süzülürken izledi. Anlamıştı. Böyle yıkıcı bir etkiden kimse kurtulamazdı. Varsayalım ki kurtuldu; astronotun cihazındaki radyasyon ölçümüne bakılırsa buna maruz kalan bir aydan fazla dayanamazdı. Durum kendisi için de geçerliydi. Yiyeceği bitmek üzereydi. Dünya'da da yiyebileceği bir şey kalmadığını tahmin edebiliyordu. Bombanın yıkıcı etkisinden çok fazla etkilenmemiş bir yer bulmaya çalıştı. En sonunda yıkık dökük bir kulübe buldu. Belki de bir evin yıkıntısından kalan bir odaydı. Elindeki yiyecek ve içecek bir hafta dayanabilirdi. Yaşaması için bir sebep kalmamıştı gerçi. Birkaç gün keşif gezisine çıktı. Belki, belki hayatta kalan biri vardır diye. Üçüncü günden sonra vazgeçti. Bekledi. Yiyeceği ve içeceği daha fazla dayanmıştı. On birinci gün son olarak bir parça bisküvisi ve bir miktar suyu kalmıştı. Artık onu da yiyip, bir daha kalkmamak üzere oturmak istiyordu. Tam bisküvisini yiyeceği sırada bir ses duydu. Bu tanıdık bir sesti. Adam yerinden fırladı ve dışarı baktı. Gözlerine inanamadı. Bir köpekti bu. Zayıf ve bitkin bir haldeydi. Köpek adamın yanına kadar gelip yere yığıldı. Adam, köpeği içeri götürdü. Su içirdi. Köpek, biraz kendine geldi. Adam, köpeğin açlıktan ölmek üzere olduğunu görebiliyordu. Son bisküvisini çıkarıp köpeğe verdi. Köpeğin gözlerindeki ışıltıyı gören adam-haftalardır tek kelime etmemişti- belki de son cümlesini söyledi. "İnsanlık ölmedi ya."
Savaşı uzay istasyonundan takip etti. İnsanların birbirlerini ve şehirleri yok etmelerine tanık oldu. Nükleer bombalar o kadar büyük etkilere sahipti ki, uzay aracı bile yok olmanın eşiğine geldi. İzliyordu. Hayretle, üzüntüyle ve sonunun nereye varacağını merak ederek izliyordu. Bitti. Evet, bir gün bitti. Her şey üç hafta içinde olmuştu. Astronot, her şey bittiğinde artık Dünya'dan hiçbir haber alamıyordu. Sadece her şeyin yok olmamış olmasını umuyordu.
Evrendeki son insan, bundan haberi olmadan yörüngede süzülüyordu. Üç ay daha kaldı burada. Ta ki yiyecek ve içeceği bitmeye yüz tutana kadar.
Dünya'ya dönmeye karar vermişti. Eve dönmeye. Zaten buna mecburdu. Bu metal yığınının içinde ölmek istemezdi. Dünya'dan komut veya bilgilendirme gelmediği için hesaplamalar uzun sürdü. Dünya'ya dönüş zamanı geldi. Zor bir iniş yaptı.
Kıyılara yakın inmişti. Tam da hesapladığı gibi. Kıyıya çıktığı anda, harap olmuş şehri gözyaşları süzülürken izledi. Anlamıştı. Böyle yıkıcı bir etkiden kimse kurtulamazdı. Varsayalım ki kurtuldu; astronotun cihazındaki radyasyon ölçümüne bakılırsa buna maruz kalan bir aydan fazla dayanamazdı. Durum kendisi için de geçerliydi. Yiyeceği bitmek üzereydi. Dünya'da da yiyebileceği bir şey kalmadığını tahmin edebiliyordu. Bombanın yıkıcı etkisinden çok fazla etkilenmemiş bir yer bulmaya çalıştı. En sonunda yıkık dökük bir kulübe buldu. Belki de bir evin yıkıntısından kalan bir odaydı. Elindeki yiyecek ve içecek bir hafta dayanabilirdi. Yaşaması için bir sebep kalmamıştı gerçi. Birkaç gün keşif gezisine çıktı. Belki, belki hayatta kalan biri vardır diye. Üçüncü günden sonra vazgeçti. Bekledi. Yiyeceği ve içeceği daha fazla dayanmıştı. On birinci gün son olarak bir parça bisküvisi ve bir miktar suyu kalmıştı. Artık onu da yiyip, bir daha kalkmamak üzere oturmak istiyordu. Tam bisküvisini yiyeceği sırada bir ses duydu. Bu tanıdık bir sesti. Adam yerinden fırladı ve dışarı baktı. Gözlerine inanamadı. Bir köpekti bu. Zayıf ve bitkin bir haldeydi. Köpek adamın yanına kadar gelip yere yığıldı. Adam, köpeği içeri götürdü. Su içirdi. Köpek, biraz kendine geldi. Adam, köpeğin açlıktan ölmek üzere olduğunu görebiliyordu. Son bisküvisini çıkarıp köpeğe verdi. Köpeğin gözlerindeki ışıltıyı gören adam-haftalardır tek kelime etmemişti- belki de son cümlesini söyledi. "İnsanlık ölmedi ya."
Yorumlar
Yorum Gönder